EFES / EPHESUS
Her yaz Kuşadası'na gideriz; yazlığımız orada. Efes'e 45 dakikalık mesafe uzaklıkta olmamıza ve 15 yaşımı bitirmek üzere olmama rağmen bir kere bile gezip görme fırsatım olmamıştı. Bu yaz ailemle birlikte gittik gördük sonunda. Ağustos'un kavurucu sıcağında, benim inadımla gittiğimiz ve sonucunda bize amele yanığı dediğimiz pek de sevimli görünmeyen yanıklar kazandıran, aynı zamanda da büyüleyici bir özelliğe sahip bu yeri sizlerle paylaşarak başlamak istedim bu bloga.
Hiç bitmeyecekmiş gibi gelen yolun sonuna geldiğimizde arabayı park ettikten sonra geniş bir alan çıktı önümüze. Takı, çanta, Efes magnetleri ve otantik kıyafet satıcılarının ve küçük bakkalımsı kafelerin bulunduğu bu alanın sonunda Efes'in girişi; biletleri aldığımız kısım bulunuyordu. Öğrenci olduğum için benim biletim ücretsizdi, annemler ise kişi başına 20 lira ödediler. Biraz kirli çıkı olduğum için biletleri hala saklıyorum :)
Biletlerimizi okutup bize ısrarla rehberlik teklif eden fazla kibar (!) beyefendiyi görmezden gelerek ilk adımımızı attık içeri.
Yine uzun bir yolda yürürken karşımıza çıkan ilk görüntüler bunlardı.
Bundan sonra da göreceğiniz bu bilgilendirme panolarının fotoğraflarını zaman kaybetmeyip güneşten yanarak ölmemek için çekmiştim ama şimdi daha çok işe yaradılar gibi. :D
Aşağıdaki açıklama panosu bu yola ait.
Ve birkaç kilometre öteden bile gözüken, Efes denilince ilk akla gelen; Büyük Tiyatro.
Roma döneminde gerek artistik gerek atletik sunumların gerçekleştiği gerekse gladyatör arenası olarak kullanılan bu devasa tiyatro büyük bir öneme sahipmiş. Bizans döneminde ise yüksekliğinden ve merkezi öneminden dolayı surlara eklenip gözetleme kulesi olarak kullanılmış. Alttaki fotoğraftaki kısım da tiyatroya dahil.
Alttaki iki fotoğraf da Aşk Evi'nin kısımları. Nasıl veya niye kullanılmıştır bilemiyorum ama küçük odacıklardan oluştuğunu görebiliyoruz :D
Üstteki yazının çevirisi :)
Alttaki fotoğraf tuvalet denilen kısım. Açıkçası neresi tuvalete benziyor hiç anlayamadığım için bu şekilde bi fotoğraf çektim. Gördüğümüz kadarıyla da insan buraya tuvaletini yapmaya kıyamaz gibi.
Burası da bütün Efes'te beni en çok hayran bırakan, en çok etkileyen, en beğendiğim kısım. Yüzlerce yıldan sonra günümüze kadar gelmesine en çok sevindiğim, şaşırdığım kısım; ancak ne hikmetse, büyülenip kendimi çekebildiğim kadar fotoğraf çekmeye adadığımdan mıdır nedir, bilgilendirme panosunun fotoğrafını çekmek bi kenara, okumuş muyumdur onu bile hatırlayamıyorum. İçime öküz oturdu, bir yerlerden bulasım var burası kimdir neyin nesidir.
Skolastikia'nın heykeli. Aslında burada bunun gibi daha yüzlerce heykel varmış; fakat onlara da sahip çıkamamışız; yurtdışından gelip bizden heykel almayan müze kalmamış. Toplayıp toplayıp cıscıbıl bırakmışlar heykellerin esas yurtlarını. Ne güzel :)
Yazıların üstündeki bu deliklerin ne olduğunu merak ettik baya, ama anlayamadık.
Geldik Efes'in ikinci gözdesine. Celsus Kütüphanesi. Adını bilmediğim o yapıdan daha görkemli ve tabii ki daha fazla ilgi çekici olan bu yapıya ağzı açık bakmamak işten değil. Kaç bin kere insanlar tarafından açık ağzından salyalar akan bir moron gibi yakalandığımı Allah bilir. :D
Eve geri döndüğümüzde kurduğum ilk cümle "Oh be!" olmuştur. Gitmek isteyen herhangi bir varlığa sesleniyorum, isterseniz buzdolabı olun, 11:00-18:00 arasında Efes antik cennetten ziyade pişik-amele yanığı cehennemi oluyor. Çok ciddiyim. Ya yanınızda güneş şemsiyesi (Çinliler ellerinde beyaz eldivenler, şapka, gözlük ve şemsiyeyle geziyorlardı bu arada, uyanık millet) , +958392455930 koruma faktörlü güneş kremi, pilli pervane, kişi başına 8-10 şişe soğuk su ve tabi suyun 3 saniye içinde kaynamaması için termos götürün, ya da canınızı ve hassas teninizi seviyorsanız güneş tepedeyken Efes'e adımınızı atmayın :D
not: fotoğrafların hepsi bana aittir, iznim olmadan kullanılmaması rica olunur. :)